MERSİN İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ

Kaleler, Hisarlar ve Tabyalar

MERSİN MERKEZ

HEBİLLİ KALESİ

Mersin’in yaklaşık 18 km. kuzeydoğusundaki Hebilli Köyündedir. Ortaçağ dönemine tarihlenen kalenin uzunluğu 20 m., genişliği 14 m.’ dir. Komutan Kalah Habellieh tarafından yaptırılmıştır. Dışı kesme kalker taş kaplama, içi moloz taşlarla örülmüştür. Yer yer ağaç hatıl izleri bulunmaktadır. Tavanı tonozlu, köşeleri yuvarlak kuleli ve iki katlıdır. Eteğinde sarnıç ve kilise kalıntısı vardır . Köyün girişinde şapel olabilecek tonozlu küçük bir yapı kalıntısı da bulunmaktadır.

GÖZNE KALESİ

Mersin’in yaklaşık 29 km. kuzeyindeki Gözne beldesinden, 500 m.’lik stabilize bir yolla ulaşılan kale, 1085 m. yükseklikte sarp kayalıklar üzerinde yer alan iki yapıdan oluşmaktadır.

Doğudaki yapı, üçü güneyde, biri doğuda olmak üzere dört burçlu ve dikdörtgen formludur. Giriş, batıdaki tek kapıdandır. Kapı eşiği toprak seviyesinden 1 m. kadar yüksektedir. Yapı sivri kemerli tonozla örtülü olup, içi üç kemerle dört kısma ayrılmıştır. İkisi kuzey, üçü güney duvarlarda olmak üzere 5 ışık ve havalandırma deliği vardır.

Batıdaki yapı üç pencereli, iki kapılı, altıgen formlu kule tiplidir. Yapının üstünde güney, batı ve kuzey yanlarında olmak üzere 15 sundurma bulunmaktadır. Tavan, yerden çatıyı saran bir kemerle ikiye bölünmüştür. Kemerin batı tarafındaki tavan üç ayrı üçgen yüze sahiptir. Doğu kısmı sivri uçlu tonoz tekniğinde yapılan kale, Ortaçag dönemine tarihlenmektedir.

 

SİNAP KALESİ

Mersin’in yaklaşık 29 km. kuzeyinde yer alan Gözne beldesinin 5 km. kuzeyinde, Ayvagediği yaylasına girmeden sağa dönülen ve Çandır Kalesi’ne doğru giden yol güzergahındadır. Bu önemli yol Sinap’ı konaklama yeri haline getirmiştir. Belki de bir garnizon olabilecek bu yerin Ortaçağ’daki adı bilinmemektedir.

Kale , köşelerinde dört kulesi olan dikdörtgen planlıdır. Topoğrafik yapıya göre çukurda kalan kalenin duvarları kısmen çökmüş ve iç yapısı tamamen yok olmuştur.

Dış duvarlarda bosajlı duvar örgü sistemi uygulanırken, duvar aralarındaki kırık moloz taşlar ise dolgu malzemesini oluşturmaktadır. İç duvarlar ise düz kesme taştan yapılmıştır. Kuleler kuzeydoğudaki hariç birbirinin aynıdır. Üst kata çıkan merdiven basamağı izleri yer yer gözlenebilmektedir. Giriş muhtemelen doğu duvarı içinde olmalıdır. Kalenin ikinci katında altı adet gözetleme deliği bulunmaktadır.

ÇANDIR (PAPERON) KALESİ

Ortaçağ Ermeni Kalesi olan Çandır, önemli bir coğrafi konumdadır.( Paperon/Barbaron ) Mersin’in 40 km. kuzeyinde, Çandır Köyü’ nün kuzeybatısında , oldukça yüksek yöreye hakim bir platonun tüm zirvesini kaplamaktadır. İç Anadolu’ya ulaşan iki önemli yol bu kalenin tam kuzeyinde birleşmektedir. Çandır’ ın güneyindeki yol Sinap, Gözne ve Belenkeşlik Kaleleri tarafından korunmaktadır. Köyün doğusunda Kızlar kalesine giden bir yol daha vardır. Kalede her zamanki gibi su kaynağı olarak sarnıçlar kullanılmıştır.

Burada yerleşim Ermeni göçmenlerden önce başlamıştır. Ermeni Gezgin Alişhan’a göre Çandır Bizans kalesi olan Papirion veya Papurion’dur. İmparator Zeno devrinde en parlak günlerini yaşamıştır. Zeno tahtı terk ettikten sonra orada gömülmüştür. Stilit Joshua’ya göre imparator Zeno, kaleyi arkadaşı Illius’a teslim etmiştir. Illius burada acil durumlarda kullanılacak hazineler biriktirmiştir. 479 yılında Veria’nın en küçük üvey oğlu Prens Marcinus kaleye sürgün edilmiş ve beş yıl sonra Illius geri getirilerek idam edilmiştir. Gottwald’a göre Çandır’ın Papirion olması imkansızdır. Eski tarihçiler kaleyi Kilikia, Kapadokya ve Isauria arasında olarak tanımlarlar. Oysa Papirion her zaman Kilikia bağlantılı olmamıştır.

Çevresindeki uçurumlar savunmada önemli bir doğal set oluşturmaktadır. Bu nedenledir ki kule inşa edilmemiştir. Zirvenin ucundaki duvar ise heyelana karşı yapılmış olmalıdır. Kaleye çıkışı sağlayan 63 basamaklı merdiven, güneye doğru 59 basamakla devam etmektedir. Kale içinde kilise kalıntısı ve iki katlı yapı kompleksi bulunmaktadır. Büyük odalar arasında kemerli geçiş kapıları ,sağlam durumda olan diğer odalardaki süsleme unsurları ve boya izleri hala görülebilmektedir. Üst kat odalarına küçük bir merdivenle çıkılmaktadır. Kalenin güneydoğu kesiminde sivil halkın ikamet ettiği bazı yapı kalıntıları ve tahrip olmuş kilise kalıntısı vardır. Bir adet lahit (sarkopaj) bulunmuştur.

KIZLAR KALESİ-MANASTIR

Çandır Kalesi’nin ve köyünün doğu-güneydoğusundadır. Yer yer asfalt ve çoğunlukla stabilize bir yolla ulaşılmaktadır. Çandır kalesi yolundan geri döndükten sonra Sinap kalesine sapan yola değil Ayvagediği yolunada sapmadan sola ayrılan stabilize yoldan dere kenarına indikten sonra tekrar sola dönerek ve dere takip edilerek ulaşılmaktadır. Araba ile bir yere kadar varılabilen bu yere geri kalan yol yürüyerek ,dere içine inilerek ve tırmanılarak çıkılmaktadır. Bu nedenle ulaşımı zordur. Yapılan incelemede halk arasında kale denilen bu yerin aslında bir manastır olduğu anlaşılmıştır.Yüksek bir tepenin eteklerinde yer alan burunda kurulmuştur. Mimari kalıntıların çok azı ayakta kalmıştır. Ana kaya önüne çekilen set duvarından hiçbir iz kalmamıştır. Ancak üzerinde 18 satırlık Ermenice yazıtın bulunduğu duvar hala sağlamdır.

BELENKEŞLİK KALESİ

Mersin’in yaklaşık 20 km. kuzeyindeki Soğucak yaylasındadır. Kale , iki katlı ve dikdörtgen planlıdır. Dış duvarları kesme blok taşlarla örülen kale, üzerine yapıldığı kayalık arazi ile bütünleşmiştir. Kapı açıklığı zeminden yukarıda olduğu için kaldırılabilir - yaklaştırılabilir, ahşap bir düzenek kullanıldığı tahmin edilmektedir. Giriş üç bölümlü kenar pervazıyla donatılmıştır. Üst katta gözetleme delikleri bulunmaktadır. Alt katta enine iki kemerle desteklenmiş odanın kuzeybatı köşesinde büyük ve üstü açık bir kapı vardır. Bu kapıdan ikinci kata çıkılmaktadır. İkinci katın duvarlarındaki konsolumsu taş çıkıntılar,belki de ağaç hatıllardan yapılmış bir üçüncü katın olabileceğini göstermektedir. Sağlam durumdaki kale, Orta Çağ dönemine tarihlenmektedir.

BAŞNALAR KALESİ

Mersin’in 15 km. kuzeybatısındaki İnsu Köyü’nden stabilize bir yolla 300 m. yakınına gidildikten sonra geri kalan yol yürüyerek, kaleye ulaşılmaktadır. Kuzucubelen’in kuzeydoğusundadır. Üç tarafı vadiyle çevrili olup, doğusu ormanlık ve dağlıktır. Kesintisiz duvarlarıyla yedigen bir plana sahip olan kalenin üç kulesi bulunmaktadır. Duvar örgü sisteminden Bizans döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır.

ASAR (HİSAR) KALE

Kale, Gözne’den Arslanköye giden yol güzergahında, Güzelyayla Yaylasına varmadan yolun solunda yer almaktadır.

Kalenin dışı kalker kesme blok taşlarla örülmüştür. Batı tarafındaki, vadinin yanında bugün çok az taşları kalan Arslanköy kalesi görülmektedir. Buranın tarihi kaynaklarda rastlanan bir adı bulunmamaktadır.

Dış yüzündeki taşların yüzeyi pürüzlü olarak işlenmiştir. Kuzey kulesinin haricinde iç kısım duvar taşları düzgün yüzeylidir. Kuzeybatıdaki kuzey kulesi parçalanmış duvarlarla bir kalıntı halindedir. Kuzey kulesi aslında iki katlı bir binadır. Üstteki kat çökmüş olmasına rağmen yapısı bellidir. Kuzeyde, şimdiki yıkık olan, ince bir apsidal yapı mevcuttur. Bu alan belki bir depo , belki bir kilisedir.

Güneydeki kule odasının girişi yıkılmıştır. Odanın iç duvarlarının yapısı düzgün kesme kalker kaplama taş arası moloz dolgudur. Duvar, rengi ve deseni birbirinden farklı pekçok kalker taşla yapılmıştır. Bu nedenle süslü ve çok değişik bir taş yapısı kullanılmıştır.

Güney kulesinden başlayan duvar , kuzey kulesinde son bulmaktadır. Çöküş nedeniyle mazgallar ve kuzey kulesinin tepesi zeminle birleşmiştir. Doğunun sonunda küçük alandan su çıkmaktadır. Kuzeybatıdaki köşede toprağın içinde borular vardır. Bunlar yağmur suyunu toplamak veya başka bir yere kanalize etmek için yapılmıştır. Kuzeybatı köşesindeki odaların girişide çökmüştür.

Kaleye ait bazı ufak depolar anayoldadır.Planından ve taş işçiliğinden Ortaçağ dönemine ait bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Burada dönemin kralı Het’um II ‘ye ait madeni paralar bulunmuştur.

GEDİĞİ KALESİ VE MANASTIR

Mersin’in yaklaşık 45 km kuzeyinde yer alan Yavca Köyü’nün 10 km. güneyindedir. Gediği Dağı’nın güney tarafındaki yol Akdeniz’e uzanmaktadır. Kale, Hisar, Arslanköy, Fındıkpınar ve Evciler ile karşılıklı birbirlerini görmektedir. Güneybatısına doğru üstü taraçalı , mağaraların bulunduğu ikinci bir tepe vardır. Bu doğal kireştaşı oyuklarının herbiri duvarlarla örülmüştür. Doğu zirvesinde yer alan bu kalıntıların, manastır kompleksi olduğu sanılmaktadır.

2.210 m. yükseklikteki kaleye ulaşmak son derece zordur. Tırmanış yolu olarak ancak kuzeyde bir geçit bulunmaktadır. Buradaki duvar aslında yokuş aşağı uzanan, altlı üstlü kayalardan oluşan harici bir istihkam alanıdır. Geçişleri kontrol etmek amacıyla yapılmış olmalıdır. Duvar işçiliğinden 6. ve 7. yy.’lara tarihlenmektedir. Bu duvarda bulunan delik, zamanında kapı olarak kullanılmıştır. Arazinin zorluğu bu duvarın zirvedeki kale ile ilişkisini anlamayı olanaksızlaştırmaktadır. Burada bulunan patika yol mağaralarla ilişkilidir. Bu patikanın sonu güneybatı yönünden, zirvenin kuzeydoğu ucuna doğru dönmektedir. Kuzeydoğu ucunda bulunan noktalar geçit olabilecek özelliktedir.

Çok yoğun bitki örtüsü nedeniyle kalıntılar çok zor görülebilmektedir. Duvar taşlarının çoğu uçuruma yuvarlanmıştır. Kalenin güneybatısındaki arazi eğimi yeterli korumayı sağladığından buradaki duvarlar savunma amaçlı kullanılmamış olmalıdır. Bu yönde hiçbir sarnıç kalıntısıda bulunmamaktadır.

Bu komplekse ulaşımın zor olmasından, elverişli bir yerleşim yeri olamamıştır.Kalenin kompleks girişi, kuleleri ve diğer bölümleri olmadığı için istihkam gibi inşa edilmediğide açıktır. Belkide manastıra ait bir sığınaktır. Askeri bir değeri ise ancak gözetleme ve haberleşme yeri olarak vardır.

EVCİLER KALESİ

Mersin’in 40 km. kadar kuzeyinde yer alan Çandır kalesinin (Arslanköy’e giden yol güzergahında ) 20 km. kadar batısındaki Evciler Köyü mevkiindedir. Ortaçağ’daki adı ve tarihçesi bilinmeyen küçük bir garnizon kalesidir.

Basit simetrik bir iç avlusu ve iç kulesi vardır. İç kale tepenin doruğundadır ve iç avlunun duvarları güneye doğru alçalmaktadır. Olasılıkla Bizans döneminde yapılmış olan iç avlunun güneybatı köşesinde yuvarlak bir kule bulunmaktadır.

FINDIKPINAR KALESİ

Mersin’in yaklaşık 50 km. kuzeybatısındaki asfalt yol ile ulaşılan Fındıkpınar yaylasındadır. Yaylanın bitişiğinde, duvarları ana kaya üzerine uydurularak yapılan kalede, aynı adı taşımaktadır.

Taş ve tuğla ile örülmüş duvarlar, kayaların üzerinde yükselmektedir. Doğu taraftaki dairevi yerin ortasındaki taştan yapılmış kule ve kuzeyde daha küçük olan yuvarlak burcu vardır. Etrafı odalarla çevrili, doğu ve güney kulelerine benzemeyen kuzeydeki kulenin ortası, ana kaya görünümündedir. Bu kulenin tam kuzeyinde ana kayadan oluşan düşey bir duvar vardır. Bu belkide burada kontrolün yapıldığı avlunun giriş kapısıdır.

Karmaşık planlı, yuvarlak kuleli bu garnizon kalesi, Ortaçağ Dönemine tarihlenmektedir.

KALEBURNU KÖYÜ KALESİ

Mersin’in yaklaşık 30 km. batısında( Fındıkpınarı yolu üzerinde) bulunan Kaleburnu köyünün girişinde, yolun sağındaki yüksek bir tepe üzerinde kurulmuştur. Eteklerinde yapılan yüzey araştırmasında Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine ait seramik parçalarına rastlanmıştır. İç sur ve dış sur bulunmaktadır. Surların ve burçların bir kısmı ayakta kalmıştır.

KUZUCUBELEN KALESİ VE ören yeri

Mersin’in 34 km kuzeybatısında, Mersin-Fındıkpınarı karayolu üzerinde, 450 rakımlı bu küçük gözetleme kalesi, uçurum dibindeki yüksek platoya dayanmaktadır. Köylüler tarafından Taş Kale olarak adlandırılmaktadır.

Kale iki katlı ve dikdörtgen planlıdır. Batıdaki bir gedik dışında duvarlar orijinal yüksekliklerine dayanmaktadır. İki kemeri çökmüştür. Ortaçağ mimarisinin tipik örneğidir. İç tarafındaki blokların kenarları çok miktarda harç ve küçük kaya parçaları ile doldurulmuştur. Kapı girişinde, kaldırılabilir ahşap bir seyyar merdiven kullanılmış olmalıdır. Yüksek seviyedeki diğer açıklıklar doğu ve güney duvarlarındaki dar deliklerdir. Gözetleme delikleri kapılara göre küçüktür. Daha üst seviyedeki tek giriş kuzeybatıdadır.

Bizans ve Roma dönemlerinde de iskan gördüğü anlaşılan kalede, kilise, sarnıç ve belkide manastır olabilecek yapı kalıntıları bulunmaktadır.

TARSUS

ÇAVUŞLU KÖYÜ GÖZETLEME KULESİ

Tarsus-Pozantı karayolunun 25. Km.sinden sağa dönülerek 7 km. stablize yoldan sonra Çavuşlu Köyü mevkiindeki gözetleme kulesine ulaşılır. Vadiye hakim bir tepe üzerinde bulunan ve ortaçağda inşaa edilen gözetleme kulesi dörtgen planlı, duvarları kesme taştan yapılmıştır. İki katlı olan yapının orta kat ahşap kiriş yerleri görülmektedir.

GÜLEK KALESİ

Tarsus’un yaklaşık 60-65 km. kuzeyinde yer alan Gülek Beldesi’ndedir. Bu kale Kilikia Kapıları’nın da 2 km. güneybatısındadır. Temelleri Orta Çağ’a kadar giden kale strarejik açıdan önemli bir noktada yer almaktadır. Bunu sağlayan neden ise buranın giriş ücreti alınan bir yer olması ve Tarsus’a giden yol üzerinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Mimari plan, taş işçiliği ve yüzey buluntularına göre kalenin farklı dönemlerde iskan gördüğü anlaşılmaktadır. Bir süre aristokratların himayesinde idare edilen kalenin, 1198-1199 taç giyme listesinde Gülek’in Lordu olarak Smbat’ın adı geçmektedir. 1838-1939 ‘da İbrahim Paşa Osmanlı yönetimine karşı çıkardığı isyanda bu yerleşimi kısa bir süre işgal etmiştir. Kalenin kuzey ve batı duvarlarındaki işçilik 1830’lu yılların sonlarında Pozantı yakınlarındaki İbrahim Paşa tarafından yaptırılan tabyalara benzemektedir.


Kaleye giriş güneydeki kapıdan sağlanmaktadır. Kuzey ve kuzeydoğusu çok dik sarp kayalıklar üzerinde olduğu için, güneyi gibi tahkim edilmemiştir. Güney ve batısındaki sur duvarları rahatlıkla izlenebilmektedir. Yuvarlak veya kare planlı büyüklü küçüklü kulelerle bu surlar güçlendirilmiştir. En doğu ucunda bir de sarnıç yer almaktadır. Duvarlarında bosajlı kesme blok taşlar kullanılan kalenin üzerinde iki yeni yapı bulunmaktadır. Müştemilatı içerisinde ise giriş kapısının sağ tarafında yer alan yapı hariç ayakta kalan mekan pek yoktur. Yüzeyde sarı ve yeşil renklerde sırlı veya sırsız seramik parçaları çok sayıda göze çarpmaktadır.

GÜLEK YAZITI (İSKENDER YAZITI)

Çukurbağ Köyü’nden çıkıp, Sarışıh Kervansarayı’nı geçip otobana girdikten sonra gişelerden çıkılıp Tekir (Akçatekir) yoluna girilir. Sonra sağ taraftaki otobana paralel giden eski yola dönülür. Yazıt yaklaşık 5 km. uzunluğundaki yolun sonunda, ana kaya kütlesinin batı eteğindedir. Söz konusu kaya kütlesinin tepesinde de etrafı düzeltilmiş bir çıkıntı yer almaktadır. Latince olan bu yazıtta “ İmparator Caesar Marcus Aurelius Antoninus sadık, mutlu, yenilmez Augustus (Caracalla) bu yolu dağları delerek yaptırdı” yazmaktadır. Altta yer alan iki satır Yunanca yazıtta ise Kapadokya Bölgesi ile Kilikya Bölgesi’nin sınırını belirten “ Kilikia’nın Sınırı” yazısı bulunmaktadır.

Halk arasında “İskender Yazıtı” olarak bilinen bu yazıt aslında İmparator Caracalla’ya aittir. Pozantı’dan Gülek Boğazı’na ulaşan yolun İ.S. 3. yüzyıl başlarındaki Parth seferleri nedeniyle artan doğu seferleri sırasında Tuna boylarındaki lejyonları Fırat boylarına sevkedebilmek amacıyla genişletilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu destekleyen diğer yazıtlardan birisi Gülek Boğazı’nın hemen kuzeyindeki bölgede bulunan iki mil taşından birinin üzerinde yer almaktadır. Bu yazıtın Gülek Boğazı’ndan uzaklığı 15 mil olarak verilmiştir. İ.S. 217 yılına tarihlenen bu yazıt sayesinde Gülek Boğazı’ndan geçen yolun o devirdeki adının Via Tauri=Toros yolu olduğunu ve İmparator Caracalla’nın burada geçiti genişlettirdiğini öğrenmekteyiz. Yine İmparator Caracalla’ya ait bir çok mil taşı daha bulunmaktadır. Bunlardan bir kaçı Adana Müzesi’ndedir.

İBRAHİM PAŞA Türk vezir(Kavala 1789-Kahire 1848)

Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu. İstanbul’da öğrenim gördü. 1805’ten beri Mısır valisi olan babasının yanına gitti (1806). Babası tarafından güçlü bir ordunun başında Hicaz’a gönderildi.(1816) Mekke ve Medine’yi alarak burada dirlik ve düzeni yeniden kurunca, padişah tarafından kendisine paşa ünvanı verildi(1817). 1832 yılında Adana’yı, 1833 yılında da Kütahya’yı aldı ve ordugahını burada kurdu. Bu yıllarda meydana gelen Mısır ayaklanmasının uluslararası bir kimlik kazanması üzerine yerli ve yabancı heyetler Kütahya ile İstanbul arasında mekik dokumaya başladılar. Sonuçta imzalanan Kütahya Antlaşması’yla (1833) İbrahim Paşa Adana eyaleti dışında Anadolu’yu boşaltmayı kabul etti. Mısır ,Sudan, Hicaz, Filistin, Lübnan, Suriye eyaletleri babasına bırakıldı. Osmanlı Devleti’nin tarihinde yedi eyalet ilk kez bir tek valinin yönetimine verildi. Antlaşmadan sonra İbrahim Paşa, babası tarafından Suriye valiliğine atandı ve Mehmet Ali Paşa ayaklanmasının ilk evresi böylece sona erdi. 1839’da vergilerin artırılması gibi çeşitli sebeplerle Suriye halkının ayaklanmasıyla bu olayın ikinci evresi başladı. İbrahim Paşa savaşı kazanmasına rağmen Suriye’deki ayaklanmaları bastıramadı. Avrupa devletlerinin arabuluculuğu sonunda yeni padişah Abdülmecit’in temsilcisi Mustafa Reşit Paşa ile Mehmet Ali Paşa arasında varılan anlaşmaya göre (1840) Mısır –Sudan valiliği onun soyundan gelenlere bırakıldı, buna karşılık olarak İbrahim Paşa Filistin ve Suriye’den çekilmeyi kabul etti. Daha sonra Kahire’ye dönmesiyle Osmanlı Devleti açısından Mısır bunalımı sona ermiş oldu. 1848 yılında babasının yerine Mısır’ın yönetimini üstlendi. Kısa bir süre sonra da öldü. 1952’de varlığına son verilen Mısır kral hanedanı onun soyundan gelmedir.

İBRAHİM PAŞA TABYALARI (GÜLEK)

İbrahim Paşa Tabyaları oldukça sağlam ve bölgemizde sayısı çok az olan Osmanlı Dönemi yapılarındandır. Yaklaşık 1830’lu yıllarda, doğudan gelecek saldırılara karşı koymak için İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Tarsus Pozantı istikametinde otobanda ilerlerken Adana’ya bağlı Tekir (Akçatekir) Yaylası mevkiine gelmeden yolun solundaki yüksek tepe üzerinde bir yapı görülmektedir. Bu yapı Kızıl Tabya (Büyük veya Fenerli Tabya) olarak adlandırılmaktadır.. Burada yer alan diğer tabyalar Yer Tabyaları , Armutlu Tabya ve Ak Tabya(Beyaz- Küçük Tabya) ‘dır. Bunlardan Kızıl Tabya , Ak Tabya ile karşılıklı olarak iki yüksek tepeye yapılmışlardır ve birbirlerini görmektedirler. Antik dönemden beri stratejik konumu olan bu yer bu anlamda Gülek Kalesi ve Gülek Yazıtı ile de uyum içerisindedir. Bu tabyalardan çıkarılan birkaç top Gülek Kasabasına nakledilmiştir.

KIZIL TABYA

Yapının üç katlı olduğu tahmin edilmektedir. Alt katlarda havalandırma açıklıkları bulunurken üst katta ince uzun mazgal pencereleri vardır. Bütün odalar birbirleri ile bağlantılı değildir. Genelde kapıdan içeri girildiğinde solda iç içe geçen iki oda ve diğer tarafta ayrı bir oda şeklinde mekanlar sıralanmıştır. Malzeme olarak yörenin taşı kullanılmıştır. Az kalker ve konglomera kayalıkların kabaca düzeltilerek aralarına küçük ve iri taşların kireçle karıştırılması sonucunda oluşturulan harçla yapılan duvar örgüsü kullanılmıştır. Yapılar tonozludur. Pencere kemerlerinde bazı yerlerde tuğla, bazı yerlerde taş kullanılmıştır. Kalenin temelleri düşey pozisyonda ve daha iri, yüzeyi çentikli taşlarla örülmüştür. Bu tabya Adana il sınırları içerisinde kalıyor olsa da diğerleriyle bütün oluşturduğu için kitaba dahil edilmiştir.

YER TABYALARI

Kızıl Tabya’nın önünden geçen Elmalı Deresi’nin altındadır. Eski Tarsus-Adana karayolunun kenarlarında sağlı sollu ve karşılıklı olarak yapılmışlardır. Oldukça sağlam olan bu yapıların orman alanının altında kalmış olmalarından planları tam olarak anlaşılamamaktadır. Yine tonozlu ve birbirine geçişli mekanlardan oluşmaktadırlar.

ARMUTLU TABYA

Tarsus’tan Pozantı’ya doğru giderken Tekir Yaylası’na gelmeden sağa ayrılan eski yola dönülür. Gülek Yazıtı’na giderken biraz ilerleyince yolda Beylik Han, Deve Damı, Arkasıdelik Han gibi isimlerle adlandırılan küçük bir hana ulaşılır. Bu hanın kuzeydoğusunda orman arzisi içerisinde, rahatlıkla görülemeyen toprak altında kalmış yapı kalıntılarına verilen isimdir. Bu nedenle plan olarak tam izlenememektedir. Ancak büyük kısmı sağlamdır.

BEYAZ TABYA

Hacın Dağı eteklerindedir. Kızıl Tabya ve Yer Tabyaları ile birbirini bütünleyen aynı aks üzerinde yer alan bir güzergahtadır ve bu güzergahın yer altı tüneli ile bağlantılı olduğu da söylenmektedir. Buruyu ulaşmak için yine Gülek Yazıtı’na giden eski yolun kenarında bulunan Aspava Yaylası’nın arkasında yer alan orman arazisine girilir ve devamında tırmanarak bu tabyalara ulaşılır. Girişi güneyde olan bu tabya yuvarlak planlı ve üç katlıdır. Bu yapıda yörenin taşından, meyilli temeller üzerinde yapılmış ve etrafına hendek açılmıştır.Mekanın ortasında bulunan yapı tamamen yıkılmıştır. Alt katta havalandırma pencereleri, üst katta gözetleme pencereleri ve seyirdim alanı bulunmaktadır. Ancak bu pencereler her yerde aynı seviyede değildir.

KLEOPATRA KAPISI (DENİZ KAPISI)

Kleopatra Kapısı, Tarsus'un girişindedir. Bizans Döneminde inşa edilen kent surlarının Dağ Kapısı, Adana Kapısı ve Deniz Kapısı bulunuyordu. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Tarsus'u anlatırken bu kapı için İskele kapısı ismini takmıştır.Kapının yapımında Horasan harcı kullanılmıştır. Kapının kenarı at nalı şeklinde ve yerden yüksekliği 6.17 m, derinliği ise 6.18 m. dir. Tarsus'un 18. Yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam üç kapılı surları, 1835 yılında Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde tek kemerli deniz kapısı kalmıştır. Mısır'ın ünül kraliçesi Kleopatra'nın sevgilisi Romalı General Antonius ile Tarsus'da buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlü Kule'de büyük bir törenle karşılanmışlar ve Deniz Kapısından şehre geldiği söylenir. Bu nedenle Deniz Kapısına Kleopatra Kapısı da denir

ÇAMLIYAYLA

LAMPRON (NAMRUN) KALESİ

Orta Çağ dönemine tarihlenen kale ilçe merkezindedir. Hitit ve Asur dönemlerinde Illibru olarak bilinmektedir. Yüksek bir tepe üzerinde inşa edilen savunma kalesine, yıkılmış bir merdivenle çıkılmaktadır. Kuzeyde kesme taşlardan yapılmış iki burcu sağlam olarak kalırken müştemilatının tümü yıkılmıştır.

SİNAP KALESİ

Namrun kalesi’nin 6 km. kuzeydoğusunda, tahkim edilmiş küçük bir Ermeni kalesidir. Tipik dikdörtgen planlı ve 4 kulelidir. Bu özelliğiyle Çandır yakınındaki Sinap Kalesi’ne benzemektedir. Namrun’a yakın olması, iki stratejik yolun kavşağında ki konumu, bu tahkim edilmiş kalenin güneydeki Het'umid Kalesi için bir garnizon (kontrol veya erken uyarı amaçlı) noktası olduğunu da göstermektedir. Çandır yakınındaki Sinap’tan farklı olarak bu kale üç katlıdır. Ancak muhtemelen çatısız olan 3. kata kadar hasarlıdır. Bu yüzden incelenememektedir. Kaleye en yakın su kaynağı 25 m. kadar güneydoğusundaki bir kuyudur. Kale hakkında tarihsel başvuru kaynağı yoktur. Güney cephede yer alan giriş kapısı üzerinde boş bir yazıt yeri bulunmaktadır.

Sinap adı bazı yayınlarda ve haritalarda Kalecik olarak geçmektedir.

ERDEMLİ

KORYKOS (KIZKALESİ)

Mersin’in 60 km. güneybatısında, Kızkalesi Beldesi’nde yer almaktadır. Silifkeye olan uzaklığı ise 25 km. kadardır. Herodotos’a göre kent, Korykos (Gorgos?)adında Kıbrıslı bir prens tarafından kurulmuştur. Korykos adına ise İ.Ö. 1. yüzyıl başlarında Seleukos kralı IV. Anthiokos’un ölümünden sonra çıkan karışıklıklardan yararlanarak bağımsızlığını ilan ettiği sıradaki sikkelerin üzerinde rastlanmıştır. Kuzeydoğudan güneybatıya değin limanı da kapsayan, doğuda Elaiussa- Sebaste’ye, batıda Cennet-Cehenneme kadar uzanan bu yerleşimle ilgili en erken bilgiler Hellenistik Dönem’e aittir. Bu dönemde ana kaya üzerine kurulmuş poligonal örgülü duvar işçiliği taşıyan mekanlar görülebilmektedir. Bir müddet Mısırlılar’ın eline geçen Korykos, III. Anthiokos zamanında İ.Ö. 197 yılında Mısırlılar’dan geri alınmıştır.

İ.Ö. 80’de Roma egemenliği altına girmiş, İ.Ö. 20’de Kappadokia kralı Arkhelaos’un eline geçmiştir. Roma ve onu izleyen Bizans egemenliği sırasında büyük bir liman kenti olmuştur.

İ.Ö. 2. yüzyıldan beri bilinen bir Polis (şehir,kent) ,İ.S. 3. yüzyılda ise Sebaste’ye bağlanan bir Kome (köy) olmuştur. Daha sonra I. Shapur döneminde Sasaniler’in yıkımı ile karşı karşıya kalmıştır.

Bu dönemden sonra tekrar canlanan Korykos’un bu durumu daha çok anıtlarda gözlenmektedir. 5. yüzyılda Hierokles kente bir düzenleme getirmiştir. Böylece başkenti Tarsus olan Kilikia I’in kentleri arasında Korykos’ta yer almıştır. 479 yılında Korykos ve Sebaste’ye Isaurialılar hakim olur.

6. yüzyılda Antakya patrikliğine bağlı Tarsus’un altında yer alan Korykos, Tarsus’a bağlı bir piskoposluk, 1136-1394 yılları arasında da Latin başpiskoposluğu olmuştur. Tanınan piskopos isimleri arasında Germanus (İ.S.381), Salustios (431), Iohaninus ( 680-681-690) sayılabilir. Bir yazıda ise piskopos Indakos ( 516-518) ismine rastlanmıştır. Korykos’ta 5. ve 6. yüzyıllara tarihlenen çok sayıda yazıt bulunmaktadır. Bu yazıtlarda hem mesleklere ait bilgiler hem de Hıristiyan olduklarına dair bilgiler edinilebilmektedir. Bu yazıtlardan yine Kızkalesi’nin önemli bir liman olduğu, burada çalışan işçilerin varlığı, onların zaman zaman komşu Korasion’a giderek ticaret yaptıkları anlaşılmaktadır. Korykos 690-91 yıllarında hala Kilikia I Eyaletine bağlıdır. 7. yüzyıl başında Sasani, yüzyıl sonunda ise Araplar’ın eline geçmiştir. 9-10. yüzyıllarda Seleukeia Tema’sına ait olmuştur. Adı 10. yüzyılda Arap initerarı içerisinde Korasion’la birlikte, “Qurqos” olarak geçmektedir.

1099 yılında gelişmelerin yeniden başladığı gözlenmektedir. Bu yılda İmparator I. Alexion, Mimar Megas Drungarios Eustatias’a karadaki kaleyi yaptırmıştır. Aynı mimar Silifke Kalesi’nide yapmıştır. Her iki kalede İstanbul’dan kutsal topraklara deniz yolu ile gitmek isteyenler için birer konaklama yeri olarak kullanılmıştır. 12.yüzyılın başlarında Küçük Ermeni prensi I. Constantin buraya hakim olmuştur. 1137’de tekrar Bizanslılar’ın eline geçmiştir. 1163 yılında tekrar Küçük Ermeni Krallığı olur. 1191 yılında Fransa kralı Philip Hac’dan dönerken buraya uğramıştır. Korykos’ta 1267 yılında Cenevizliler’in bir ticaret gemisi saldırıya uğrayınca Ermeni Krallığı ile Cenevizlilerin arası açılmış 1271’de tekrar iyişleşme görülmüştür. 1275 yılında Memlük sultanı Baybars döneminde safranın üretildiği bir yer olarakta çok önemlidir.

Hetum hanedanından Korykos’un son beyi Osin 1329 yılında öldürülünce IV. Leon’un egemenliğine girmiştir. Bu da öldükten sonra 1361’de bir ara Karamanoğulları’nın baskısıyla karşılaşan Korykos halkı Kıbrıs Krallığı’ndan yardım istemiş ve Kıbrıs’ın himayesine girmiştir. 1375’te Kıbrıs’ta bulunan Lusignanlar her zaman Korykos bağlantılı olmuşlardır. 1448’te de Karamanoğlu II. İbrahim tarafından fetih edilmiş, 1473-74’de Osmanlılar’ın eline geçmiş ve zamanla önemini kaybetmiştir. Cem Sultan 1482 yılında Temmuz ayında Rodos şövalyelerinin yolladığı gemiye binmeden önce Mersin’den buraya gelmiş,Kızkalesinde kalmış, Anamur üzerinden de İtalya’ya gitmiştir.


Ören yeri içerisindeki kalıntılar:

Kara Kalesi:

Korykos Kalesi yapılırken genelde Roma Dönemi mimari parçaları devşirme olarak kullanıldığı için Ermeni işçiliği çok az görülebilmektedir. Kale çeşitli düzenlemeler ve eklemelerden sonra bugünkü haline 13. yüzyılın ortalarında gelmiştir. Aynı merkezli iki sıra surdan oluşmuştur. Dış sur daha geç inşa edilmiş olmalıdır. İç surların kapladığı alanın avlusunda üç kilise bulunmaktadır. Yine burada bulunan bir kapının üzerinde haç kabartması vardır. Yanı sıra sarnıçlar ve kare planlı bir yapı görülmektedir. Kalenin doğusunda malzeme olarak küçük kesme taşın kullanıldığı geniş bir mezar vardır. Kalenin doğusunda ana kaya kesilerek oluşturulmuş büyük bir hendek bulunmaktadır.

Liman:

Korykos ören yerine ait kalıntılar arasında en önceliklilerden birisi limandır. Korykos limanıda Sebaste ve Aigaiai gibi Suriye donanması tarafından kullanılmıştır.

Nekropol Alanı:

Hellenistik Dönem’e ait nekropol alanı limanın hemen karşısındadır ve bu alan Erken Bizans Dönemi’nde genişlemiştir. Ancak Sebaste ve Kanlıdivane ile karşılaştırıldığında Anıt Mezar daha azdır. Bazı mezar yapılarının taşları, kıyıdaki kale yapıldığı sırada sökülüp kullanılmıştır. Lahitlerin yanı sıra kaya mezarlarda bulunmaktadır. Kahmasorion tipte lahitlerde vardır.

Sur kalıntıları:

Korykos’a ait sikkelerde Tyche’nin başında duvarlı kent surları tasvir edilmiştir. Bunlar İ.Ö. 1.-İ.S. 1. yüzyıllarda var olan kent surlarını gösteriyor olmalıdır. Bu erken dönemdeki kent surunun kalıntıları bugün rahatlıkla görülememektedir. Yeni kent suru ilk olarak İ.S. 4. yüzyılın sonunda yapılmıştır ve bu sur nekropol alanını da içine almaktadır.

Kiliseler:

Korykos yerleşiminin kuzeyinde Katedral dışındaki Mezar Kilisesi, Büyük Kilise ve Transept Planlı Kilise bir tören yolunun güney tarafına art arda yapılmışlardır. Bunlardan Mezar Kilisesi naosun ortasındaki merkezi vurgulamasıyla Erken Hıristiyan mimarisi içinde özel bir yere sahiptir. Katedral ve Büyük Kilise bazilikal planlı, diğeri ise transept planlı olan ve aynı isimle anılan tüm kiliselerin ortak özellikleri küçük düzgün kesme taş kullanılarak yapılmış olmalarıdır. Diğer kiliselerde doğu duvarı içine alınan bema ve yan odalar, Transept Planlı Kilise’de doğuya doğru devam etmiştir. Farklı dönem eklemeleriyle Manastır Kilisesi de dikkat çekicidir. Bu kiliseler genel olarak İ.S. 5. ve 6. yüzyıllara tarihlendirilmektedirler. Yayınlarda kentin dışında da dini yapıların olduğundan bahsedilmektedir.

Diğer yapı kalıntıları:

Roma İmparatorluk Dönemi’nde kentte meydana gelen gelişme kendini yapılarda da gösterir. Tapınak kalıntıları, Sütunlu Cadde, üç adet hamam bu yapılar arasındadır. Roma İmparatorluk Dönemi’nden beri Sebaste ile bağlantısı olan Lamas su yolu Erken Bizans’ta da kullanılmıştır ve kentin güneyinde yer alan ve yapımında eski mezar taşları kullanılan 5.ve 6. yüzyıllara tarihlenen büyük, üstü açık sarnıça su bu şekilde ulaşmıştır.

Mimari olarak 5. ve 6. yüzyıllara tarihlenen evlerde vardır. Kentte kiliseler dışında bir hastane ve düşkünler evininde olduğundan bahsedilmektedir. 7. ve 10. yüzyıl arasında Arap hakimiyeti nedeniyle mimari anlamda fazla bir bilgi elde edilememektedir.Yapı kalıntıları bakımından yörenin en geniş ve en önemli arkeolojik sitidir.


Kızkalesi(Deniz Kalesi)

KızkalesiBeldenin adını aldığı ve Deniz Kalesi olarak da anılan Kızkalesi, belde sahilindeki küçük bir adacığın üzerinde kurulmuştur. Kıyıya uzaklığı bulunduğunuz yere göre değişmekle birlikte ortalama 600 m. kadardır. Burada bulunan bir yazıttan 1199 yılında I. Leon tarafından yaptırılmış olduğunu öğreniyoruz. 1361’de Kıbrıs Krallığı tarafından zapt edilmiştir. Strabon , Roma Dönemi’nde korsanların burasını barınak olarak kullandıklarından bahsetmektedir. Bu kalede Bizans ve Ermeniler tarafından karadaki kale kadar önemsenmiştir.

Kalenin girişi kuzeydedir. Burada da devşirme malzeme kullanılmıştır. Yine zaman zaman moloz taşların kullanıldığı yerler büyük bir olasılıkla Lusignanlar dönemine ait olmalıdır. 192 m. uzunluğundaki mazgal delikleri açılmış kale suru üzerine 8 tane üçgen, dörtgen ve yuvarlak biçiminde burçlar oturtulmuştur. Batıdaki sur boyunca uzanan iyi korunmuş bir galeri ile buradan denize açılan bir kapı bulunmaktadır.

Mersin Müzesi tarafından yapılan temizlik kazısı sırasında kalenin orta alanında bir yapı kompleksi ortaya çıkarılmıştır. Bu yapı kompleksi içerisinde bir şapel bulunmaktadır. Yapı topluluğu ile müşterek plan veren bu şapelin, kalenin avlusunda bulunan diğer şapelden daha eski olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca tabanda mozaiklerin yanı sıra opus sectile zemin döşemesi de uygulanmıştır. Çevresindeki odalar orta mekandaki salona açılmaktadır ve kare planlı odaların zemini kuzeye doğru yükselmektedir. Taban mozaiği üzerinde yuvarlak saç örgüsü içinde beş satır yazı ve alanın batı köşesindeki revak üzerinde de başka bir yazıt bulunmaktadır. Ancak yazıtların sayısı daha fazladır. Kale avlusu içerisinde sarnıçlar ve işliklerde yer almaktadır.

Kızkalesi’nin farklı yerler içinde anlatılan (İstanbul-Kız Kulesi) bir de söylencesi vardır: “ Vaktiyle bir kral varmış. Çok sevdiği tek kızının geleceğini öğrenmek için bir falcıya danışmış. Kızının yılan tarafından sokularak öleceğini öğrenince , Prenses için bu kaleyi yaptırmış. Böylece onun can güvencesini sağladığını zanneden kral, bir gün kızına bir sepet üzüm göndermiş. Ne var ki sepette gizlenen yılan kızı sokarak öldürmüş.
.

TIRTAR (AKKALE)

Akkale, Mersin-Silifke karayolu üzerinde Mersin'e 49 km. uzaklıktadır. Geç Roam döneminde kurulmuştur. Denize hakim bir noktada bulunan Akkale'de 2-3 katlı bir ana yapı ve bunun doğusunda haç planlı, iki katlı küçük bir bina; güneyinde iki uzun dehliz halinde bir alt ana yapı; bir su sarnıcı, hamam yıkıntısı ve deniz kıyısında küçük bir sarnıç ve limanı bulunmaktadır. Büyük bir zeytinyağı ihraç merkezi olan Akkale'de 15.000 ton zeytinyağı alabilecek kapasitedeki sarnıç halen ayaktadır.

HİSARKALE

Erdemli’ye 14 km. uzaklıktaki Kumkuyu Beldesi’ne bağlı antik bir yerleşim olan Hisarkale, Kanlıdivane’nin de batısındadır ve Kabaçam ören yeri ile arasında bulunan bir vadi ile ayrılmaktadır. Sahile en yakın noktaya kurulmuştur. Önemli bir stratejik noktada yer almaktadır. Garnizon kalesidir. Güney-Kuzey doğrultusundaki vadinin dördüncü kilometresinde yer almaktadır.

Kale surlarla çok iyi tahkim edilmiştir. Batıdaki sur, çok sarp ve çıkılması imkânsızdır. Poligonal teknikte, çift sıra taş ile inşa edilmiştir. Sur bedeninin iç kısmı payelerle desteklenmiştir. Kuzey sınırdaki surun hemen arkası ise düzleştirilerek, yan yana küçük odacıklara ayrılmış, olasılıkla işlik ve barınak haline getirilmiştir.

Hisarkale yerleşiminde, surun dışında kalan, poligonal teknikte inşa edilmiş birkaç odalı yapı ile mezarlarda bulunmaktadır. Bir de çok odalı yapı vardır. Sur duvarı üzerinde bulunan ve Hellenistik dönemde Olba bölgesinin sembollerinden biri olan Herakles labutu, bu yapının giriş kapısının lentosunda da bulunmaktadır.

Sur duvarının kuzeydoğusunda 3 adet anıt mezar yer almaktadır. Bu anıt mezarlardan bir tanesinin duvarları poligonal teknikle yapılmıştır. Yine poligonal teknikle yapılmış sur duvarının güneyinde yer alan derin vadinin yamacındaki kaya mezarlarının bir tanesinin üzerinde kabartma kline sahnesi yer almaktadır.

VEYSELLİ KALE

Ayaş beldesinin 18 km. kuzeyinde bulunan Veyselli Köyü’nde konik bir tepe üzerinde yer almaktadır. Kalede Roma dönemine ait beş adet kaya kabartması bulunmaktadır. Bu kabartmalar kubbemsi tepenin tamamını kaplamaktadır. Erken Roma dönemine tarihlenen bir sarnıç, hayvan barınağı olarak kullanılmaktadır.

YENİYURT KALESİ VE ören yeri

Ayaş beldesinin 20 km. kuzeyinde, Veyselli köyünün 2 km. kuzeydoğusunda Yeniyurt köyündedir. Eteklerinden Lamas deresi geçmektedir.

Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde iskân görmüştür. Üç yuvarlak kulesi olan kalenin eteklerinde asker kabartması bulunmaktadır. Kale duvarlarında kullanılan teknik ve malzeme farklılığı değişik dönemlerde onarım gördüğüne işaret etmektedir. Etrafındaki mimari kalıntıların da çok azı ayakta kalmıştır. ören yeri içerisinde nekropol alanı, bazilikal planlı kilise, lahit mezarlar ve evler yer almaktadır. Kalenin eteklerinde bir de anıt mezar dikkat çekmektedir.

SİLİFKE

SİLİFKE KALESİ

Temel tespitlerine göre Helenistik veya erken Roma dönemine ait olduğu anlaşılan kale, geçirdiği onarım ve değişiklikler sonucu bugün bir Ortaçağ kalesi görünümündedir.

Silifke’ye hâkim, 185 m yüksekliğinde bir tepe üzerinde yapılmış olan, etrafı kuru hendekle çevrili oval biçimdeki kalenin içinde kemerli galeriler, su sarnıçları, depolar ve diğer yapı kalıntıları bulunmaktadır. Ünlü gezgin Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, XVII. yy.da Silifke Kalesi’nin 23 burcu olduğunu, içinde bir cami ve 60 ev bulunduğunu yazar. Ancak, burçların bir kısmı ve kale içi tamamen yıkık durumda olduğundan tam tespiti yapmak mümkün değildir. Halen görülebilen 10 adet burç mevcuttur.

MEYDAN KALESİ (SİVRİ KALE)

Silifke’nin 12 km. kuzeyindeki İmamlı Köyü’nün kuzeydoğusundadır. Silifke -Uzuncaburç yolunun 600 m. Kuzey doğusunda ki Kale kalıntıları içerisinde burç ve gözetleme kuleleri, sarnıçlar, mezarlar, kilise ve doğusundaki dereye inen bir adet merdiven bulunmaktadır. Geç Roma ve Erken Bizans dönemine tarihlenmektedir.

HANÇERKALE

Silifke’nin 16 km. kuzey doğusundadır. Poligonal taşlarla inşa edilmiş bir gözetleme kulesi bulunmaktadır. Güneye bakan giriş kapısının üzerinde Dioskur miğferi, kalkan, kılıç ve Herakles’in labutu kabartmaları vardır.

GÖKBURÇ

Hançerkale’nin hemen doğusundadır. Silifke’ye uzaklığı 17 km.dir. Bizans dönemine ait 6. yy.da inşa edilmiş gözetleme kulesi bulunmaktadır. Doğu duvarı yıkılmıştır. Gökburç’u çevreleyen bahçe içerisinde 3 adet daha kule kalıntısı ile bir adet sarnıç ve duvar izleri yer almaktadır.

LİMAN KALESİ

Taşucu - Antalya karayolunun hemen kenarında ve deniz kıyısındadır. Taşucu’na 7 km mesafedeki kale Osmanlı yapısı olup, XIV. yy.da inşa edilmiştir. Günümüze dek kalan az tahrip görmüş kalelerden biridir.

TOKMAR KALESİ (CASTELLUM NOVUM)

Taşucu - Antalya karayolunun 22. Kilometresinde kuzeye ayrılan 5 km.lik asfalt bir yolla ulaşılan Tokmar Kalesi, denize hakim bir tepe üzerine inşa edilmiştir. Güneyi yalçın bir kaya ile çevrili kalenin kuzeyinde savunma burçları vardır. XII. Yy.da yapıldığı tahmin edilmektedir.

MUT

MUT KALESİ

Şehrin içindeki kalenin inşa tarihi bilinmemektedir. Bugünkü hali Karamanoğulları devri karakterini gösterir. Dikdörtgen şeklindeki kalenin dört burcu ve içinde iç kale diye adlandırılan bir kulesi vardır.

MAVGA KALESİ

Kozlar Yaylası yakınında Mut' tan 16 km. uzaklıkta olup, sağlam kalan bir burcundaki kitabeye göre Alaattin Keykubat'ın emri üzerine 1230 yıllarında yapılmıştır. Sarp ve dik kayalar üzerine yapıldığından görünüşü ürperti vermektedir. Yüksekliği 150 m. dir. Kale içindeki odalar, ağırlar, yemeklikler, sulama tekneleri ve içi Horasan harcı ile sıvanmış su sarnıçları kayalara oyularak oluşturulmuş olup büyük emek harcanmıştır.

GÜLNAR

KIRSHU (MEYDANCIK KALESİ)

İlçe merkezinin 12 km. güneyinde, Emirhacı Köyü sınırları içerisindedir. Kale 750 m. uzunluğunda oldukça geniş bir alanı kaplamaktadır. İ.Ö. 7. ve 6. yy.larda Kral kenti, İ.Ö. 4. yy.’larda Pers döneminde askeri ve idari bir rol, 2.yy.da da Mısır Krallarına Garnizon kenti olmuştur. Geç Roma ve Bizans dönemi izlerine de rastlanmaktadır. Özellikle İ.Ö. 557/556 yılında Pirundu kralı Appuaşu’ya karşı bir sefer düzenleyen Babil kralı Nergilissar’ın bu seferiyle ilgili metinlerde, kralın ordularının, Appuaşu’nun “ atalarının başkenti” olan ve bugünkü Meydancıkkale olarak gösterilen Kirşu’ya kadar geldiği, buradan önce denize indiği, daha sonra, bu metinlerdeki adıyla Sallune’ye, yani Selinus’a (bu günkü Gazipaşa) kadar ulaştığı anlatılmaktadır.

Kalede anıtsal giriş, doğu mezarı, Pers (yürüyüş halinde gösterilen beş insan figürü) kabartmaları ve ne tasvir edildiği anlaşılamayan bir başka kabartma ve hazine binası görülebilmektedir. Burada Hitit kralı Muwattalli’nin mührü ele geçmiştir. 1980 yılında bilimsel kazılarından çıkmış 5215 adet gümüş sikke de Silifke Müzesi’nde sergilenmektedir.

BOZYAZI

SOFTA KALESİ

İlçenin 10 km. doğusunda Mersin yolu üzerinde "Fidik" denilen tepe üzerinde kurulmuştur. Eski çağlardan beri korsanlar ve Romalılar tarafından kullanılan kale, burçlu görünümünü orta çağda almış olup, Bizans döneminde onarım görmüş ve sonra Türkler tarafından kullanılmıştır. Surların içinde birkaç su sarnıcı ile orta çağa ait hamam kalıntıları bulunmaktadır.

Surları yer yer iyi korunmuş durumda olup, oval planlıdır. Batı surlarının ortasında yer alan giriş kapısının, ara mekânla savunma gücü arttırılmıştır. Dış kale ve iç kale surlarından oluşan ve çok geniş bir alana yayılmış olan kalenin güney yamaçlarında yer alan yapı grupları, eski bir liman kenti olan ‘Arsinoe’ye kadar uzanmaktadır.

Kalenin güney yamacında örneklerini Anamorium Antik Kentinde gördüğümüz örneklere benzer iki katlı mezar vardır. Yapının üst örtüsü tonozlu olup, yıkılmıştır. Kale girişinin sonunda bulunan ve duvarları halen ayakta olan yapının cami, bir rampa ile ulaşılan mekânın ise saray olduğu tahmin edilmektedir. Sur duvarlarına yakın inşa edilmiş küçük ölçekte Geç Roma Dönemine ait hamam yer almaktadır. Bu yapılar dışında Roma ve Bizans Dönemlerinde kullanılmış olan içleri sıvalı çok sayıda sarnıç yer almaktadır. Son olarak Karamanoğulları döneminde iskân edilmiştir. Anamur Kalesinin fethi sırasında anlatılan menkıbeden bu kalenin Selçuklu Ertokuş Bey tarafından imar ve zapt edildiği kaydedilmektedir.

YELBİZ KALESİ

Bozyazı’nın yaklaşık 10 km. kuzeydoğusundaki Tekedüz Köyündeki Derebaşı İlkokulunun önünden kuzeybatıya doğru 1.5 saatlik bir yürüyüşle çıkılabilen tepe üzerindedir.

Büyük bir avlusu, iki geniş holü ve bazilika kısmının çoğu ayakta kalmış olan bu yapı bir manastırı andırmaktadır. Giriş kapıları ve pencereleri yuvarlak kemer sistemi ile inşa edilmiştir. İç duvarlarında aynı hizada yer alan kare formundaki delikler, üst örtünün ahşap çatı olduğu izlenimini vermektedir.

Yapı grubunun doğusunda yer alan apsisi belirgin bazilika yapısının orta zemininde geometrik düzenleme içinde mozaik izleri mevcuttur. Batıdaki büyük avlunun girişinin iki yanında yaklaşık 6-7 m. yükseklikte kısmen ayakta kalmış karşılıklı iki kule mevcuttur. Avlu duvarları önemli ölçüde tahrip olmuştur. Yapının ön kısmında dışarıdan içeriye doğru derin bir kanalı olan ve merdivenle inilen bir sarnıç bulunmaktadır. Doğuda yine sarnıç olduğunu sandığımız ikinci bir yapı yer almaktadır. Manastırın batı yönünde küçük apsisli şapel binası, şapelin yine batısında dikdörtgen planlı apsisli ikinci bir şapel binası görülmektedir.

AYDINCIK

SUSANLIK KALESİ

İlçe merkezine 2 km. kala sola dönüldükten sonra, Denizciler Mahallesi’nin 500 m. kuzeyinde yer almaktadır. Antik kentte ilk bakışta Geç Roma Devri özellikleri gösteren yapı grupları göze çarpmaktadır. Batıda en yüksek noktada gözetleme kulesi, yay şeklinde tepeyi çeviren kale surları ile, önemli bir yapıya ait olması muhtemel mimari parçalar ve tonoz örtülü sarnıç yer almaktadır. Doğu yönünde üst örtüsünü tamamen yitirmiş şapel binası bulunmaktadır. Kuzeyde birbirine bitişik fonksiyonu çözülmeyen iki yapı vardır. Tam ortada taşa oyulmuş libasyon oyukları ve taş merdivenler görülmektedir. Çevrede yapılan yüzey araştırmalarına göre devetüyü renginde boyamasız kalın ve ince cidarlı çizgi bezekli ya da kabartmalı kaba seramik örnekleri ile ince cidarlı cam eşya örnekleri ele geçmiştir. ören yeri Geç Hitit, Geç Roma ve Bizans dönemlerinde iskân görmüştür.

ANAMUR

MAMURE KALESİ

Akdeniz kıyı şeridinde, zamanımıza az çok sağlam ulaşabilmiş Türk kalelerinden birisidir. Anamur’un 6 km. doğusunda, Bozdoğan Köyü sınırları içerisindedir. Yüksek kayalıklar ve düzlükler üzerine kurulmuş olan Mamure Kalesi birçok Anadolu kaleleri gibi antik temeller üzerine inşa edilmiştir. Büyük kesme taşlardan yapılmış olan antik temellerin, hangi tarihte ve kimler tarafından yapıldığı tam tespit edilememiştir.

Kale üç bölümden oluşmaktadır. Yüksek duvarlarla ayrılmış doğudaki iç avlu, batıdaki dış kale ve bunların güneyinde kayalıklar üzerine inşa edilmiş iç kaleden oluşmaktadır. 39 kulesi, su sarnıçları ve camisi, dışında hamamı bulunan kalenin etrafı 10 m. genişliğinde savunma amaçlı hendekle çevrilidir.

Kale ve çevresinde 3. ve 4. yy.da fazla önemi olmayan Roma yerleşimi olduğu tahmin edilmektedir. Kale dışında ve kuzeyinde hamam kalıntısı vardır.1988 yılında, Anamur Müzesi Müdürlüğünce, yapılan kurtarma kazıları sonucunda; moloz taştan, Horasan harçlı olarak inşa edilmiş, tabanı mozaik döşeli, hamam ve konut olduğu sanılan mekânlar ortaya çıkartılmıştır. Hamamı’nın giriş bölümü yıkılmış, ılıklık ve sıcaklık bölümleri oldukça sağlam durumda zamanımıza gelmiştir. Hamam ve çevresinde yer alan bazı temel izleri burasının Mamure Kalesi ile bütünlük oluşturan bir yerleşim merkezi olduğunu göstermektedir Bu kalıntıların ‘ Rigmonai’ antik kentine ait olduğu sanılmaktadır.

Şikari tarihine göre, Anamur ve Taşeli’nin Hıristiyanlar tarafından zapt ve harap edilmesi üzerine Karamanoğlu Mahmut Bey (1300-1308) ordusuyla düşmanı bozguna uğratıp, kaleyi ele geçirmiş, kiliseleri yıkıp yerine cami yapmış ve kaleyi mamur edip, adını Mamuriye koymuştur. Kalenin daha sonra 16 .yy ortalarında ve 18 yy. sonlarında yeniden onarım gördüğü ve yeni eklentiler yapıldığına dair belgeler bulunmaktadır. Son olarak 1960’lı yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğünce onarım yapılmıştır.

İşçiliği ve yapım tekniği Alanya Kalesi’ni hatırlatmaktadır. Mazgal delikleri ve siperleriyle dantel gibi işlenmiştir. Duvarlarının alt kısımları geniş, üst kısımları yukarı doğru daralmaktadır. Duvarlar ve burçlar yapılırken, çeşitli taşlar ve horasan harcı kullanılmıştır. Giriş kapıları ve bazı pencerelerin kemerleri ile duvar köşelerinde kesme taş kullanılmıştır. Daha geç devirlerde yapılan onarım ve eklentilerde tuğla kullanılmıştır.

Çift katlı olan kale duvarları içinde birbirleri ile bağlantılı olan galeriler bulunmaktadır. Bu galeriler birbirleri ile irtibatlıdır. Üst kattaki burçlara ve seyirdim yerlerine merdivenlerle de ulaşılmaktadır. Burçlara ayrıca dış merdivenlerle ulaşım sağlanmaktadır. Kalenin güneyde sahil kenarındaki baş kale olarak adlandırdığımız kalın ve yüksek gözetleme kulesinden başlayarak, dairesel ve dört köşe formlarında baş kale ve köşe burcunun yanında üstü tamamen yıkılmış olan fener kulesi bulunmaktadır.

Dış kalede, merkezi planlı, tek kubbeli bir cami ve çeşmesi, depolar, sarnıçlar ve askerlerin iskân yerleri olması muhtemel yapılar bulunmaktadır. Bazı yayınlarda kale içinde Hüseyin Gazi’ye ait türbeden söz edilmektedir.

Bugün kullanılan giriş yeri, kalenin esas giriş yeri değildir. Asıl giriş kapısı iç avlunun kuzeyinde, dört köşe planlı, iki kule arasında kalan yerdir. Üzerinde altı satır kitabesi bulunmaktadır. Kitabede özetle ‘Karamanoğlu Alaaddinoğlu Mehmet oğlu Sultan İbrahim inşa etti. Mamure beldesi ve kalesi savaş için yardım edilen köşedir. Korunan yerleşim yeri Allah yolunda hediye olarak cihat için onun yardımı ile tamam oldu. Allah’ın nimetlerinden verdiği uyanıklık ve doğru yolu gösterdiğinden şükürler olsun. Bu tarih Mükerrem Şevval ayında 854 yılında yazıldı.’ yazılıdır. Giriş kapısını dışarıya bağlayan ve hendekten kaleye girişi sağlayan köprü bugün mevcut değildir.

Kalenin su ihtiyacı ana giriş kapısının kuzey doğusundaki burcun olduğu yerde yer alan ve hendek üzerinde iki sivri kemerle geçişi sağlayan suyolu ile sağlanmaktadır. Kalenin kuşatılması halinde su ihtiyacı kalenin değişik kesimlerinde bulunan sarnıçlardan da temin edilmiştir.

İçinde yer alan ve 16.yy. Osmanlı mimarisinin klasik öğelerini taşıyan caminin ilk yapılışı Karamanoğulları dönemine aittir..

ÇOBAN KALESİ

Anamur’un 14 km. güneybatısındaki Çamlıpınar Köyü’nün ormanlık arazisinin içinden geçen stabilize bir yol izleyerek Çoban Kalesi kalıntılarının bulunduğu yere ulaşılmaktadır.

Yapıya kuzeyde yer alan 1.70 m. genişliğindeki taş kapıdan girilmektedir. Yapının tam ortasında bulunan geniş avlunun çevresi, işlevleri değişik çok sayıda oda ile çevrilmiştir. Orta salona açılan kapı ve pencereler ile gotik bir etki yaratılmıştır. Üst kısımlar sağır kemerlerle zenginleştirilmiştir. Orta salonun üst örtüsü tamamen yıkılmıştır. Üst katlara ulaşım büyük bir olasılıkla ahşap merdivenlerle sağlanıyor olmalıdır.

Bir Osmanlı Derebeyine ait olması gereken yapı 16. veya 17. yy.lara tarihlendirilmektedir.

BONCUKLU KALE

Anamur-Ermenek karayolunun 3. km.si üzerinde bulunan Çeltikçi Köyü’nün içinden geçtikten sonra, 2 km.lik patika bir yol izleyerek deniz seviyesinden 400 m. yükseklikteki ‘Boncuklu Kale ‘ kalıntılarının bulunduğu yere ulaşılmaktadır.

Boncuklu Kale’nin bulunduğu tepenin yamacında 200–300 haneli antik köy yerleşmesinin izlerine rastlanmaktadır. Yerleşim meyilli arazi üzerine kurulmuştur. Tepenin en üst noktasına savunma amaçlı olarak oval biçimli sur duvarları inşa edilmiştir. Kalenin ortasındaki sarnıç tonozlu ve kalın duvarlıdır. Kale surlarının üst seyirdimlerinin altları tonozlu ve eyvanlı olarak düzenlenmiştir. Sur içleri eyvan formundadır. Kalenin içerisinde bulunan şapel binası doğuda yer almaktadır. Boncuklu Kalenin doğusunda konutlar ve nekropol alanı yer almaktadır.